2 Aralık 2009 Çarşamba

le jeu...



2005 yılında bir cuma. Yine okuldan eve taşınmalar. Geldiğimde evde kimse yoktu, salona geçmiştim. Sıkılıp Enis'in odasını karıştırmaya sonra da. Bilgisayar masasında 'Cesaretin Var mı Aşka?' diye bir film duruyordu. Ne dandik isim, neyse izleyeyim dedim. İzledim.. 'La Vie En Rose' ile sonlandığında film, hiç düşünemeden play tuşuna bastım, tekrar izledim. Yıl 2009, ben hala izlerim o filmi..
Filmin orijinal adı 'Jeux D'enfants', çocuk oyunu demek. İki küçük çocuk, Sophie ve Julien. Sophie Polonyalı ve sınıf arkadaşları durmadan bunu öne sürerek Sophie ile dalga geçiyor. Julien de fırlamanın teki. Bir gün Sophie'yi servisten atıyorlar ve kızın her şeyini dağıtıyorlar. Julien bu duruma üzülüp Sophie'ye annesinin ona hediye ettiği metal, üzeri resimli güzel kutuyu armağan etmek istiyor. Sophie o kadar incinmiş ki dış dünyaya karşı, Julien'in bunu neden yaptığına anlam veremiyor bile ve Julien'den, onun için gerçekten bir şey yapmak istediğini kanıtlamasını istiyor. Ve Julien, ah Julien, servisi şoför yokken hareket ettiriyor! Ve oyun başlıyor... Birbirleri için bir şey yapmak zorundalar; kutu öyle el değiştiriyor. Onun için bir şey yapıyorsun, bu sefer kutu ona geçiyor, bir şey yapma sırası da. Eğlencenin haddi hesabı yok! Sonra elbette büyüyorlar.. Julien'in küçüklük halini oynayan velet de muhteşem ama Guillaume Canet.. Aşk konusunda kafam çok karışık da varlığına, gerçekliğine dair; ama biliyorum ki ben o filmi izlerken Julien Janvier'e aşık oluyorum. Guillaume Canet'nin de bunda bir payı var elbet. Gözlerine bakmaya doyum olmaz. Hani bana baksa, of yani.. En sonundaki o gülümseme, 'Seni hep sevdim' itirafı 'her şeyin sonu'nda. Tek bir gülümsemeye hissedilen şey aşk ise, kabul ediyorum ki aşk var. Zaten varsa, üzerine çok konuşmaya gerek yok herhalde. İki nokta üst üstenin yanına milyarlarca insan farklı şey yazsın, adı aşk olsun, love olsun, amore olsun. Kelimeyi at, sen ne hissediyorsan o, hissettiğin güzelse şanslısın işte. Ama aşk değil, Guillaume diyordum tabii. Mezarlıkta yatarken, sweatshirt biraz sıyrılmışken, Paris'in gökyüzünü izlerken.. Çok şey hissedilebilir bence Guillaume Canet Julien Janvier iken. Gerçekten, kısa süreliğine güzel ve durmadan gülümsemenize sebep olacak bir şey arıyorsanız, izleyin şu filmi.. Marion Cotillard da güzeller güzeli tabii, ama aklımdan Guillaume'un yüzü gitmezken hakkında yazasım yok pek. Aslında tüm filmi yazasım var ama olur da okuyan olursa mahvetmek istemiyorum güzelim filmi!
Oyun oynamak istiyorum her izlediğimde. Ama Guillaume Canet kadar güzel bir adam gerek, hayran olmam gerek ki heyecan sonuna kadar o kadar çok olsun. Evrene teşekkür listeme ekliyorum o zaman: 'Guillaume Canet 'gibi' güzel bir erkekle tanıştığım ve birlikte oyun oynadığımız için teşekkür ederim!' :)

Hiç yorum yok: